Euro Newsport – Türkiye’nin oyun ihracatı bir milyar dolara ulaştı



Ülke ekonomisine önemli katkılar sağlayan oyun sektörü yakaladığı ihracat rakamları ile göz dolduruyor. Bu çerçevede sektörün gelişimini değerlendirdiğimiz Netmarble EMEA CEO’suBarış Özistek, sorularımızı yanıtladı.

Oyun sektörünün ekonomiye katkısı ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz?

Oyunun dünyadaki ekonomik büyüklüğü 150 milyar doların üzerindedir. Her sene ortalama %25 büyüyen bir sektör. Bu, eşine az rastlanır bir büyüme hızıdır.

Sektör yaklaşık 20 yılda bu büyüklüğe ulaştı. Özellikle 2012-2013 sonrası mobilin hayatımıza girmesiyle inanılmaz bir yükseliş gösterdi. Mobil hariç sektör yaklaşık 70 milyar dolar civarındaydı. Mobille birlikte üzerine 80 milyar dolar daha eklendi. Dolayısıyla sektörün asıl büyümesi mobil kaynaklı oldu. Mobil sayesinde daha önce oyun oynamayan insanlar oyun dünyasının içerisine girdi.

Türkiye özelinde oyun sektörü oldukça küçük. Türkiye’nin ekonomisinin büyüklüğüne göre oyun ekonomisi zayıf kalıyor. Hele ki kurla birlikte rakamsal değer 500 milyon dolar civarındadır.

Oyun mu oynamıyoruz?

Aslında oyun oynuyoruz ama can alıcı nokta şu, para harcamıyoruz. Diğer bir konu ise kur farkından dolayı harcanan para dolar bazında pek bir anlam ifade etmiyor. Dolayısıyla Türkiye’nin toplam oyun sektörü büyüklüğüne bakarsak, yıllık ciro olarak, dünyada pek söz sahibi değil. Ancak daha önemlisi, Türkiye, oyun geliştirme ve yayıncılığı alanında, son beş yılda inanılmaz bir gelişme kaydetti.

Türkiye ve Ortadoğu pazarında ilk başarılı oyun firması Joy Game olarak bizdik. 2013 yılında Kore merkezli, dünyanın en büyük beş oyun firmasından biri olan Netmarble, Joy Game’i satın aldı. Bu satın almayla Türkiye ve Ortadoğu pazarına adım atan ilk firma olduk. 

2013 sonrasına bakarsak Türkiye müthiş bir ivme kazandı. Joy game, Netmarble satışı da bunu tetikleyen faktör oldu. Oyun sektöründe böyle bir değer yaratılabiliniyormuş, dedi insanlar. Ülkemizde müthiş bir yaratıcı ve geliştirici potansiyel var. Dolayısıyla oyun stüdyolarının sayısında ciddi bir artış yaşandı. Ardı arkası gelmedi. Neredeyse her yıl, Türkiye, başarılı bir oyun şirketi çıkardı. Bunun sonunda da 2018’de Türkiye’nin oyun ihracatı bir milyar dolara ulaştı.

Şuanda oyun geliştirme anlamında dünyadaki en önemli ülkelerdeniz. Hyper casual-casual dediğimiz oyun kategorisinde, geliştirme kapasitesi en yüksek, stüdyo çeşitliliği en fazla olan ülkelerden bir tanesiyiz. Dolayısıyla ülkemizde gerçekleşmiş bir potansiyelden söz edebilir, daha fazlasını umabiliriz.

Bu potansiyelin altyapısı nasıl oluştu?

Şöyle; sanırım oyun sektörü, bizim kültürümüze birçok açıdan uygun. Oyun sektörüne bir yatırım yaptığınızda geri dönüşü -negatif ya da pozitif- hızlı oluyor. Biz uzun soluklu projeler yerine kısa soluklu projelere motive olan bir toplumuz.

İnsan kaynakları bu açıdan gelişti diyebilir miyiz?

Oyun sektöründe hızlı gelir elde etme potansiyeli olduğu için bu sektör, doğal olarak ülkemizdeki yetenekleri yörüngesine çekti. Türkiye’de de azımsanmayacak derecede yetenek var; hem geliştirici, hem de yaratıcı.

Oyun geliştirmek multi disipliner bir iş. Yazılım ve sistem bilgisine sahip olmanız gerekiyor. Oyun tasarımı yapabiliyor olmanız da önemli. Bunların yanında grafik-tasarım, üç boyutlu tasarım, ekonomi ve insana dokunduğunuz için sosyoloji bilmeniz gerekiyor. Bizde de her disiplinden çok sayıda yetenek var ve tek bölgeyle de sınırlı değil.

Büyük gruplarımızın bu sektöre ilgisi var mı?

Evet var. Ara ara görüştüğümüz de oluyor. Ancak bizim büyük gruplarımızda her şey benim olsun, ben sahip olayım gibi bir bakış açısı var. Bu bakış açısı oyun sektörüne hiç uymuyor. Dünyada da geleneksel sermayenin, oyun gibi bir teknoloji sektörüne girip başarılı olmuşluğu yok. Bu işin doğası küçükten başlamak ya da bu işin içerisinde olmaktır.

Dolayısıyla büyük grupların burada yatırımcı olması lazım. Yalnızca oyun içinde değil, tüm teknoloji sektörü için konuşuyorum. Aksi taktirde çok para kaybediliyor. Şöyle ki, teknoloji dünyasının yaptığı 1 liralık işi büyük gruplar 3 liraya yapmak durumunda kalıyor. Ya da teknoloji dünyasının 1 ayda yaptığı işi onlar 6 ayda yapıyor. İşlerinin doğası gereği rekabet edemiyorlar. Karar alma mekanizması, imza mekanizması, satın alma süreci gibi bir sürü şey var. Bizim metodolojimiz de geleneksel sektörlerde çalışmaz örneğin. Bu iki işi aynı çatı altında yapamazsınız. Netmarble kalkıp ben köprü inşa edeyim derse, yapamaz. En mantıklı olanı, büyük grupların fonlara yatırım yapmasıdır.

Bu işin eğitimi var mı?

Var. Üniversiteler bölüm açıyor. Ama üniversitenin oyun tasarımı bölümlerinden öte bir konu bu. Bizim on binlerce yazılımcıya ve tasarımcıya ihtiyacımız var. Bugün Türkiye’de yaklaşık beş yüz tane stüdyo var. İki bin beş yüz- üç bin kişi çalışıyor. Bu insanların yarattığı değer çok büyük, milyar doları aşan bir ihracat hacminden bahsediyoruz.

Şuanda gerçekleşen ve büyüyecek olan bir sorunumuz var. Stüdyolarda çalışan sayısı beşten yirmiye yükselmesi gerecek. Yani toplam on bin kişilik bir topluluğa ihtiyaç duyulacak. On bin kişilik kaynak var mı ülkede, bana sorarsanız bu büyük bir soru işareti. Bir, yurt dışından nitelikli insan getirebiliriz, bununla ilgili yasal düzenlemeler yapabiliriz.

Üniversiteler iyi niyetli çalışmalar yapıyorlar. Bahçeşehir Üniversitesi’nin, Bilgi Üniversitesi’nin ve Beykoz Üniversite’nin oyun bölümleri var. Buna ek olarak yazılımcılar ve yazılım mühendisleri yetişiyor. Ancak dediğim gibi bu üniversiteden ötede bir konu. Bizim sektörde üniversite mezunu olmanız şart değil. Ara kademe yetiştiren yapılara ihtiyacımız var. Sadece oyun içinde de değil. Tüm teknoloji sektörü için bu durum geçerli. Bu konunun devlet meselesi, ülke meselesi gibi ele alınması lazım.

Sizin böyle bir girişiminiz var mı?

Devletle temas halindeyiz, her kademede bizi dinliyorlar ve onlar da durumun farkındalar. Bu önemli. Eğitim tabi ki devletin görevi fakat her şeyi de devletten beklememek lazım.

Büyük şirketler, büyük sivil toplum örgütleri gidip basında hoş görünecek yarışmalar yapmak yerine ara kademe eleman eğitimine odaklanabilirler. O yarışmalara ayırdıkları bütçeleri ara kademe eleman yetiştirmeye harcasalar, hem devlete-millete hem de kendilerine büyük katkıları olur.

Bir diğer taraftan, yetişecek olan kişiler bunun ne kadar farkında? Asıl konu buradan başlıyor. İşin özünde ne devlete ne de şirketlere ihtiyaç var. Bu insanlar durumun farkında olsa, eğitim, bir youtube videosu kadar uzaklıklarında. 15 yaşındaki bir genç, istese, bir yıl içerisinde oyun yazılımı yapacak konuma gelebilir ve hiç birimize ihtiyacı yok. Sektörde diploma soran da yok. Bugün siz, IOS-Android yazılım geliştiriyorum dediğinizde kimse size nerede öğrendin demez. Yalnızca, gerçekten yapıp yapamadığınızı ölçerler ve işe alırlar. Siz network yöneticiliği yapabiliyorum dedikten sonra yarım saat bir saatlik teknik mülakata tabi tutulursunuz, o kadar. İngilizce biliyor musun diye bile sormuyorlar. Bizim data base yönetecek, bakımını yapacak insana ihtiyacımız var.

Gençlerde işsizlik oranının %24 olduğu söyleniyor. Şimdi ben buradan gençlere soruyorum. İşsiz gençlerin kaçı internette kendilerini geliştirmek üzere makale okuyup video seyrediyor? Gençlerimiz buna üç ay vakit ayırsa istediği yerde istediği maaşla işe girer. İş işte de öğreniliyor sonuçta. Güzel bir deyim var -yanlış söylüyorsam affedersiniz- siz atı derenin kenarına getirebilirsiniz fakat suyu içecek olan atın kendisidir.

Sektörün önündeki en büyük engeller sizce nelerdir?           

Dediğim gibi, başta insan kaynağı geliyor. Bir diğer önemli konu ise ülkemizde “multi national” çalışma kültürünün olmaması. Burada biraz daha devlete görev düşüyor. Bizdeki tüm şirketler fazlasıyla Türk. Bu global anlamda problem teşkil ediyor. Bizi Amerika, İngiltere, Singapur, Çin gibi ekosistemlerden ayıran en önemli farklılık; orada fazlasıyla multi kültürel bir çalışma ortamı olması. Eğer siz bir teknoloji ürünü üretip dünyaya pazarlayacağım diyorsanız, bu şu anlama geliyor: ürününüz Çinceyi de Fransızcayı da kapsamak zorunda. Reklam yapmaya başlayacaksınız. Japonya’daki insanın algısı farklı, Amerika’daki insanın algısı farklıdır. Apayrı dünyalardan apayrı kültürlerden bahsediyoruz. Bir oyun yapıyorsunuz, Amerika’da kızlar oynuyor, Japonya’da erkekler. Zor bir durum. Ancak multi kültürel bir çalışma ortamınız varsa, sorun olmuyor. Oyunu bir çok farklı kültürün bakış açısından test edebilme, gerekli bilgilere ulaşma imkanına sahip oluyorsunuz. Türkiye’deyse bu imkana sahip olmanın bedeli çok ağır. Fazlasıyla zaman ve para kaybından bahsediyorum. Hele elinizde bunlar yoksa, hiç öğrenemiyorsunuz. Bu da bizim çok “Türk” olmamızdan kaynaklanıyor.

Son olarak sektörün gelişimini sağlayacak fon konusunda düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Girişim sermayesi yatırım fonu olarak Türkiye’deki teknolojik girişimlerine yatırım yapmak üzere kurulmuş fon sayısı yirmiden az, Kore’de ise 850’den fazladır. Aramızda böyle bir fark var. Türkiye bu konuda fazlasıyla yavaş. Teknoloji ekosisteminin gelişebilmesi için en başlıca yapılması gereken şey, sektörün fonlanması. Hibe demiyorum bakın. Ben hibeye karşıyım. Teşvik de keza öyle. Fakat fonların teknoloji şirketlerine finansal kaynak sağlayarak ortak olması lazım. Eğer biz teknolojide söz sahibi olmak istiyorsak fon desteğini arttırmamız lazım. Teknoloji derken yalnızca oyun değil, sağlık teknolojisi, tarım teknolojisi, genetik vesaire de bunun içinde. Çünkü bu işin mekaniği fonlar üzerinden çalışıyor. Dolayısıyla büyük şirketlerin fonlara yatırım yapmaları gerekiyor. Devlete millete fayda için değil, kendileri için. Stratejik yatırımcı parlayan bir yıldıza ortak olabilir ancak yıldızı parlatacak olan da fonlardır. Bu yüzden bizim süper hızlı, mesela altı ay içerisinde, fon sayımızı katlamamız lazım.